Pazartesi, Haziran 27, 2005


Haku

Ejderhaya dönüşen büyücü çırağı

aka Nino

Çarşamba, Haziran 22, 2005

Ouverture

Sarmaşığın ayaklarından tuttuğu çiçek ellerim...

Yürüdüm.. karanlık bastı ve ayakkabılarımı çaldılar bilmediğim bir sabahta...

Gövdesinin aceleyle tırmandığı karmaşık...

Zamanla oynaşarak kenti kandıran zaman...

Bir kedi ve bir kocaman yün yumağı...

Birçok kent kara teslimmiş..

Bende bir kentim kara teslim..
Ama önce bir an kara teslim oluyorum...
Sonra
Her an kara daha fazla teslim oluyorum...

Güldüm peşimden bir sirk koşuyor...

Akrobasi yapan adam ipin üstünde ve ben erkeksen düşersin diye bağırıyorum...

Bir mıknatısın çekim alanında ametal oldum..

İroni mi der di o adam orada durmuş ve deha...

Bana deha tarifi yapan...

Toplumsaldır, toplumcudur ama toplumla uyumsuzdur...

Sonra yüzüme gülümseyişi...

Sen beni biliyorsun ben seni bilmiyorum deyişi...

Gül ve gel...

Bak bu şimdi başka bir kente ilerleyen dalgalar üzerinde bir vapur...

Adalar var birazdan ve adalar sonrası martılar...

Kanatlı aslanlar var gördüğüm bir Asur kentinin kapısında

Şaşkın bir yerde ve daha şaşkın...

Ne kadar daha fazla buhara dönüşebiliriz onun için soluyorum...

Her gece ikinci bir hayat mıdır acaba..

Yeni bir ayna bulmalıyım kendimde...

Bu sarmaşık gövdemde değil içimde...

Kemirgenleri sistemin gibi görünenleri...
İzleyicisi ve baş peygamberi gösterinin...

Yıkmak, sarsmak, gülmek ve bütün bir karmaşaya çevirmek için bu zihin..

Saha fazla güçlü olmanın yolu daha fazla güçsüzlük..

Uçlara doğru ortalar daha fazla açılıyor...

Overture’m uykuya yazılmadan önce

Uykuya daldıktan sonra

Uykuya uyandıktan sonra..

Keskin ve hınzır kahkaham...

Üzerinde durduğun kanatlarım...

Bak kelimelere dönüşüyor gece...

Farkında değilsin ve bazen şüphe duyuyorsun...

Ne ...

Biliyorsun...

İçindesin ve içindeyim...

Beyninin kapılarındayım sevgilim...

Kapıları açmaya hiç uğraşmıyorum...

Çünkü dışında değil, içindeyim..

Bu renkli evrenin sonsuzuna kesiliyorum...

Heyecanlı soluk alıyor ve veriyorum...

Benim sonsuz göğüm benim sonsuz toprağım...

Bu turuncu eğlence diyarı benim...

Sarmaşığa dolanmış karmaşık zihnimin senin olduğu gibi...

Kaldır elini... sür üzerime... ellerinin ayası boyuyor boydan boya beni...

Kapa gözlerimi gözlerine...

Kalyonlar bu kıyıları tanımaz..

Hiçbir fener yol gösteremez...

Ben sana gözü kapalı geldim..

Bu overture senin

Bu gösteri...

Bu gerçek senin...

Benden ne istersen senin sevgilim...

Ben seninim...

for cine(M)a(N)

bir perdeyiz şimdi
beyazın en beyazı
ütüyü en bol yemiş tarafından
beyaz bir perdeyiz işte
açıyoruz perdeyi dışarısı görünmüyor
kapıyoruz içerisi
yüzümüze karanlıkta ışıklar yansıyor
savaş dram ve yitirilmişlikler
kimi zaman bir komedi
içimiz nekadar renkli
dışımız nekadar beyaz
bu işte biraz yanlışlık var ...

s. m. y.

Cumartesi, Haziran 04, 2005

Eternal Sunshine of the Spotless Mind

Biten, tükenen ve çıkmaza giren ilişkilerin sona doğru sürüklenirken önündeki bir aşamadır. Unutmaya çalışmak. “O” sevilirken beynin içinde etkileşen sinirsel faaliyetlerle seviliyor. Üzülürken yine aynı faaliyetler, kızarken, nefret ederken her şey aklımızda olup bitiyor. Peki tamamen unutmak olasılığına sahip miyiz? Hayır. Peki bu ihtimale sahip olsaydık kullanır mıydık?


Charlie Kaufman yanında yakın arkadaşı Michel Gondry omuz omuza verip bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor bizi. En sevdiğimizi unutmanın yaratabileceği travmalara doğru büyülü bir yolculuk. Daha önce yazdığı senaryolarla (Being John Malkovich, Adaptation) dahilik göstergesinin son basamağı olmadığını kanıtlayan Kaufman yine muhteşem bir iş çıkarıyor. Yanına dijital sinemanın yeni prensi Michel Gondry’i de alınca; bir zihinde dolaşmanın, kaçmanın, saklanmanın nasıl olabileceğini tecrübelendirebiliyor.

“Belki en iyi aşk filmi.”

“Belki de Philip K. Dick’in uyarlaması olmayan en iyi Philip K. Dick öyküsü”


Her şey alışılmadık bir biçimde uyanan adamın sevgililer gününde Montauk’a gitmeye karar vermesi ve neden olduğunu bilmediği bir şekilde gününü turuncu saçlı bir kızın paralelinde geçirmesiyle başlıyor. Başka bir bakış açısında göre de böyle bitiyor. Başrollerde Jim Carrey bir daha aktörlük yapmamasına yetecek bir performansla Joel Barish’i ve karşısında Kate Winslett oyunculuğunun zirvesinde, Clementine Kruczynski’i canlandırıyor. Yani joel ve clem’i.


Joel ve Clem ilişkileri pek de güzel ilerlemeyen iki normal insan. Birbirlerini seviyorlar. Bu rasyonel değil. Bu nedenlere bağlı değil. Joel içine kapanık sınırları olan ve duygusallığını saklayan bir adamken; Clem dışa açık, aklına eseni yapabilen ve içini saklamayan bir yapıya sahip. Onlar birbirlerine aşık ama artık belirgin bir biçimde yıpranmışlar. Bir şeyleri kaybetmişler ama bunu hatırlamıyorlar. Sonunda Clem, Lacuna İnc adlı şirkete gidiyor ve beyninden Joel’i sildiriyor. Bunu öğrenen Joel’de öfkelenip Clem’i beyninden sildirmeye karar veriyor.


Sinema tarihinin gördüğü en dengeli uçuk film buradan sonra başlıyor. Zihninde teker teker anılarını kaybetmeye başlayan Joel aslında onları kaybetmek istemediğinin farkına varıyor. Her birinin onu ne kadar mutlu ettiğini hatırlıyor. Sıra dışı bir biçimde aklında Clem’i kendinden kaçırmaya çalışıyor. Saklamaya, korumaya uğraşıyor. Bu aşkın yaptığı yolculuğa bir çağdaş tepki savaşına dönüşüyor. Günümüzde çabucak unuttuğumuz anıların bizim için aslında nasıl da önemli olduğunu anlamamız için bir kaçırılmayacak bir fırsat haline geliyor. Kaufman bu noktada dümeni tamamen Gondry’e bırakıyor. Biz bir zihnin içinde geriye ama bir şekilde ileriye doğru hareket ederken O görüntüleri önümüze biz ziyafet halini almış bir biçimde sunuyor. Biçim ve içerik dengesinde ki kusursuzluk hemen göze çarpıyor. Küçüklüğüne dönerken, Montauk’ta bir yatakta uyanırken ve hatıralarının sonunda ev yıkılırken bizi Joel’le beraber zihninde gezdiriyor.


Kendi zihninde bir kaçış oyunu oynayan Joel sonunda ilk tanıştıkları yere geliyor. Montauk’a. Zihninde ilk merhaba dedikleri yerde hüzünlü bir elveda diyor en sevdiğine. İkisi de biliyor o an gerçek bir elvedaları olmadığını. O an istesek de istemesek de ve görüntüler bizi yaralarken, yarılarken aklımızdan Pope Aleksander’ın satırları:

“Ne mutludur suçsuz bakirenin dostları!
Unutulan dünyadan, dünya unuturken
Lekesiz zihnin sonsuz ışığını!
Her dua kabul olunmuş,
ve her istek bırakılmış.”

Aklımızdan bir buz gibi geçiyor ve iki insan o buzun üstünde yürüyor. Bir buzun üstünde gökyüzüne yıldızları çiziyor. Birbirlerine doğru yolculuk yapıyor ve önemini hiç anlamayacakları anları kolayca çöpe atıyor.


Unutmak gerçekten mümkün mü? O kadar sevince aşk bir yolunu bulabilir mi gerçeğin sınırlarını ayırıp.


Aşkın izinde gitmeye çalışacakların önünde kocaman bir harita Eternal Sunshine of the Spotless Mind. Zihnimize dair, sevmeye dair ayrıntılı bir harita.


Yan rollerinde Kirsten Dunst, Elijah Wood, Mark Ruffalo, Tom Wilkinson üzerilerine düşen rolleri layıkıyla yerine getiriyor. Orijinal senaryo da olan bazı bölümler özellikle Joel’in eski sevgilisi Naomi ile ilgili olanlar son kurguda filmden çıkarılmış.


En sevdiğiniz insanı bugün yeniden tanısanız yine aşık olursunuz çünkü o en sevdiğinizdir.


Unutmaya dair bir şiir.
Not:: Geçtiğimiz yılın en iyi özgün senaryo ödülüne sahip (keşke o da olmasaydı) film ülkemizde gösterime girmeyerek, film dağıtıcılarımızın beğenisi altında neleri kaçırdığımızı ispat etmiştir.